Seçimin ayak sesleri mi?
5 dakika okuma süresi
Her şey yolunda giderse 2021 yılı beklenenin aksine Türkiye için iyi bir yıl olacak. AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in ay sonuna doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine Türkiye’ye gelecek olmaları son dönemlerdeki en iyi haber. Bu anlamda büyük olasılıkla “Mart ayındaki AB Zirvesinden Türkiye’ye yaptırım kararı çıkar mı?” sorusunu sormaktan büyük oranda kurtulmuş olacağız. Hatta belki de durma noktasına gelen ilişkilerin nasıl yeniden canlandırılabileceğini de göreceğiz.
Doğal olarak ABD’nin Biden döneminden de iyi haberler almayı bekleyebiliriz. Hoş ABD Kongresinde yaşananlardan sonra Biden’ın önceliğinin çok fazla dış politika olmayacağı konusundaki yorumlara da katılmamak mümkün değil. Bu durumda Biden’ın Türkiye’yi ilgilendiren konulara el atması gecikebilir. Bu noktadaki inancım, zamanlamasını kestirememekle birlikte, NATO’ya büyük önem atfeden yeni ABD Başkanının NATO’nun ikinci büyük ordusunu temsil eden Türkiye ile arasını bozmanın ABD çıkarlarına uygun olmayacağını dikkate alacağıdır.
Tabi bu noktada AB ile ABD arasında Obama döneminin en popüler konusu olan Transatlantik Ticareti ve Yatırım (TTYP) anlaşmasının da yeni Başkan döneminde tekrar konuşulur hale gelmesinin Türkiye açısından önemini de unutmamak gerekiyor.
Tabi “Türkiye’nin NATO vurgusu içinde öneminin artacak olması, Rusya ile ilişkilerimizi nereye taşır?” sorusu da bu yılın ilgi çekici unsurlarından bir tanesi olacak. Kısaca belirtmek gerekirse 2021 çok yönlü, çok sakin, çok akılcı bir diplomasinin gerekliliğini emrediyor.
Bütün bu olumlu algının devamı için Türkiye’nin atacağı adımların önemi de ortada. Tek kelime ile ifade edecek olursak: “reformlar”. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da sürekli işaret ettiği hukuk alanında yapılacak reformlar, Türkiye’nin müttefikleri için güvenilir olma özelliğini tekrar kazanması için bir olmazsa olmaz koşul niteliğinde.
İşte tam bu noktada yazımızın başlığı anlam kazanıyor. İçinde yaşadığımız bugünün koşullarında tam bir kurtlar sofrası durumuna tanıklık ediyoruz. Söylemlere kimse o kadar inanmıyor, söylem ve eylem birlikteliği gerekiyor.
Son yazımızı tamamlarken biraz ironi yoluyla, Türkiye’deki temel sorunun gerçek anlamda bir muhalefet sorunu olduğunun altını çizmiş, ama yanlış anlaşılmayı önlemek için meclisteki muhalefet değil, iktidarın içindeki muhalefetten dem vurmuştuk.
Evet Sayın Erdoğan AB’ye karşı söylemini yumuşatırken, ülke içindeki söylemini giderek sertleştiriyor. Bir anlamda dış dünya ile ilişkileri onarma ama içeride oy potansiyelini artırma ve konsolide etme stratejisi izlediğini düşündürüyor. Keza HDP’nin kapatılmasına karşı çıkarken, Bahçeli’nin bu konuda son derecede köşeli bir tavır aldığına tanıklık ediyoruz. Erdoğan ve Bahçeli’nin reformlardan aynı şeyi anlamadıkları çok aşikar. Bahçeli’nin Erdoğan’ı ziyareti belli ki buzları eritmemiş, açık bir kavganın izlerini görüyoruz. Erdoğan’ın Asiltürk’ü ziyareti de akıllara ister istemez “yeni ittifak arayışı mı?” sorusunu getiriyor. Yine anladığımız kadarı ile AKP-MHP ortaklığı her an bozulabilir. Bütün erken seçimlerin mimarı Bahçeli istediklerini alamaz ise Erdoğan’ı terk edip yeni bir erken seçime davetiye çıkarabilir. Bahçeli’nin istediklerini alması ise 2021’de Türkiye’yi olası pozitif gündemden tekrar kaotik gündeme sürükleyebilir.
Tabi bütün bunlar olup biterken muhalefet (meclisteki) cephesine baktığımızda neler görüyoruz. Aklı başında bazı muhalifler seslendirmeye çalışsalar da, ne yazık ki iktidar cephesine koz vermeye devam ediyorlar. Fikri Sağlar’ın Halk TV’de yaptığı gereksiz açıklamalar yeniden türban tartışmasını alevlendirdi. Esas itibarı ile korkutma üstüne kurgulu oy konsolidasyonu “bakın CHP gelirse sizi başörtünüzden edecek!” kıvamında bir kozu AKP’nin eline verdi. Diyebilirsiniz ki Fikri Sağlar’ın şu anda CHP’de aktif bir rolü yok. Ne gam, kamuya mal olmuş kişilerin ağzından çıkanı çok tartarak konuşması siyaset sanatının icaplarından biri değil mi?
Ha bir de şu Yap-İşlet-Devret (YİD) ya da Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) meselesine yaklaşım sorunsalı var. Bakın saygıdeğer arkadaşlar. Model yanlış değil, kamu kaynakları kullanılmadan ve kamunun dış borç finansmanı ile çok daha fazla maliyetle yapacağı yatırımların söylemlerin aksine daha ucuza mal edilişi ve bir kalkınma modelinden bahsediyoruz. Hata var mı? Var. Önceliklendirme sorunu var. Hepsini bir arada yapmaya kalkarsanız, basiretsiz tüccar haline düşersiniz. Muhalefet yapacaksanız, lütfen konuya buradan girin. Yok kamulaştıracağız gibi bir noktadan yola çıkarsanız, iki soruyla muhatap olursunuz.
1) Zaten kamunun olan malı nasıl kamulaştıracaksınız?
2) Türkiye’nin en önemli sorunu niteliğindeki sermaye girişi yerine çıkışını tetiklerken iktidara nasıl aday olacaksınız?
Bir ironik haberle bitirelim. Kamyon şoförü Adana’dan yola çıkıyor, İstanbul’a gelene kadar otoyollara ödediği parayla domatesi tüketiciye çok pahalı yedirtmek zorunda kalıyor. Haberin hatırladığım meali bu.
Her nedense sayın gazeteci arkadaş “yahu sürücü kardeşim İstanbul’a gelmek için Adana’dan yola çıkıp kestirme yol yerine neden İzmir üstünden dolambaçlı yolu seçtin?” sorusunu sormuyor. Belki de bir kaçamak hali vardı, kim bilir. İkincisi, parasız karayolları varken neden paralı otoyollarını bu şoför kardeşimiz tercih etti?
Bir de sokağa çıkma yasağı olduğu günde bir köprü üstünden fotoğraf çekip paylaşmak…
En nefret ettiğim şey, iktidar ya da muhalefet fark etmez, zeka demeyelim ama aklımla alay edilmesi.
Lütfen iktidar olmaya aday olun. İktidar içi muhalefetin durumu ortada, meclis içi muhalefette ne yazık ki güven veremiyor.
