Bitmez tükenmez anayasa tartışması
4 dakika okuma süresi
Anayasa hukuku ile ilk tanışmam 1980 yılında rahmetli Mümtaz Soysal’ın Mülkiye’de verdiği “Anayasa hukuku” dersi aracılığı ile olmuştu. O gazla 1982 Anayasası’na hayır oyu verdiğim yetmezmiş gibi, 80 küsur yaşındaki anneannemi örgütleyip, ona da hayır oyu attırmıştım. Ne de olsa Mümtaz Hoca Türkiye’nin görebildiği en iyi anayasanın, 1960 Anayasası’nın mimarlarından önde geleniydi, onların hazırladığı metin dar geldi, bol geldi tartışmalarıyla 70’li yıllara damgasını vurmuştu. Anlattıklarımdan anne anneciğimin ne kadar anladığını bilemem ama, herhalde torununu kırmama duygusuyla oyunu kullanmıştı.
Hoş istediğimiz kadar hayır diyelim, 12 Eylül 1980 rejiminin dikte ettiği 1982 Anayasası ezici çoğunlukla (yanlış hatırlamıyorsam yüzde 93) kabul edilecekti. Oy sayımının ne kadar doğru olduğu konusundaki şüphelerim hala değişmedi. Ama gerçek o ki; 70’li yılların terör kabusuna karşı gelişen büyük tepki belki de böyle bir sonuca yol açacaktı. Ancak ordu yönetimine karşı da önemli bir tepkinin varlığına demokrasiye doğru atılan ilk adımda tanıklık edecektik. Kenan Evren’in desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi ya da hatırlanan haliyle Turgut Sunalp’in Horoz Partisi ancak üçüncü sırayı alabilecek, pek de benimsenmeyen Turgut Özalp’in Anavatan Partisi iktidara gelecekti.
Ardından “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz!” söylemiyle yine anayasa tartışmaları içinde kendimizi bulduk. Çok yakın tarihimizde ise “yetmez ama evet” söylemiyle 1982 Anayasası’na en karşı çıkanların, 1982 Anayasası’nın tadil edilmiş hali lehine tavır aldıklarına tanıklık ettik. Daha sonrada “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” son değişikliğe, diğer ifadesi ile anayasa değişmeden rejimin nasıl değiştiğini izledik.
Son günlerde de Sayın Cumhurbaşkanı’nın mevcut anayasayı değiştirme gereğinden bahsettiğine tanıklık ediyoruz. Anlaşıldığı kadarı ile Cumhur ittifakının küçük ortağı ikna edilirse böyle bir değişiklik yapılabilirmiş.
Öncelikle hukuki çerçevede kalmaya çalışarak kendi düşüncemi belirteyim. Evet Türkiye’nin çağdaş, yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Düşünün elimizdeki metin 7 kısım, 177 madde ve 21 geçici maddeden oluşuyor. Kanaatime göre bu anayasanın matematiği yanlış. Anayasalar çerçeve mahiyetinde metinlerdir, kanun özelliğinde maddeleri düzenledikleri oranda çerçeve özelliklerinden uzaklaşırlar.
İşin siyasi boyutuna gelince. Sadece Cumhur ittifakının Meclisteki oylarıyla böyle bir değişikliğin yapılamayacağı açıkça görülüyor. Bu durumda MHP’nin ikna edilmesi halinde bile referanduma gitmeden bir değişikliğin yapılması gerçekçi değil. Peki referanduma gidilirse ne olur sorusu ile erken seçime gidilirse ne olur sorusu içi içe geçer. Bu da iktidar için büyük risk almak anlamına gelir. Bu durumda “aslında Sayın Cumhurbaşkanı gündemi değiştirmek için manevra mı yapıyor2” sorusunu soranların haklı bir soru sorduklarını kabul etmek gerekir. Eğer Cumhur ittifakının olağanüstü gerekçelerle bir anayasa değişikliğini dayatmaları gibi bir durum ortaya çıkarsa, torunlarımızın torunlarına kadar gidecek bir meşruiyet tartışması başlar ve bitmez.
Anayasa değişikliğine ihtiyaç var mı? Evet. Doğru zaman mı? Kesinlikle hayır.
Gelelim Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara.
1978-1980 yılları arasında eğitim gördüğüm, hayattaki en hakiki dostlarımı tanıma fırsatı bulduğum, ara sıra gidip eğitim faaliyetlerine kısmen katkıda bulunduğum ilk üniversitemi nasıl tanımlarsın diye sorarsanız, tek kelimeyle “liberal” derim. YÖK yönetiminin en baskıcı türban karşıtlığı döneminde bile türbanlı kız öğrenci ile türbansız kız öğrenci arasında ayırım yapmamış bir üniversiteden bahsediyorum. Üniversitelerimizin eğitim seviyeleri yerlerde sürünürken, ülkemizin medarı iftiharı olan, uluslararası tanınırlığı ve saygınlığı üst düzey bir üniversite Boğaziçi Üniversitesi.
Bakın Sayın atanmış rektör, sizi ne öğretim üyeleri, ne de öğrenciler istemiyorlar! İstenmediğiniz yerde ne kadar iyi niyetli, ne kadar yetkin ve yeterli olsanız dahi iş yapamazsınız. Dışarıdan bakınca sizi atayan kişi ya da kişiler size orada dur talimatı vermiş olabilirler. Üniversite’nin hemen altında Aşiyan Mezarlığı vardır ve o mezarlıkta benim için yaşamımın büyük oranda rehberi olan Tevfik Fikret’te yatar. “İrfanı hür, vicdanı hür, fikri hür” sözlerini ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Tevfik Fikret’ten referansla Türk eğitim camiasına “nasıl bir gençlik eğitmek istiyoruz” sorusuna cevaben söylemiştir. Sayın rektör lütfen bu sözleri hatırlayın, şu anda eğitime hizmetten ziyade, siyasetin kutuplaştırıcı söylemine bilerek ya da bilmeyerek hizmet ediyorsunuz. Lütfen vicdanınızın sesini dinleyin.
Sayın İçişleri Bakanı, size söyleyecek söz bulamıyorum.
Sevgili gençler protestonuzda yerden göğe haklısınız. Başınız yere değil, hep göklere baksın. Bütün olası provokasyonlara karşı zihninizi açık tutun. O üniversiteye girmek için aldığınız puanlar, zihin açıklığınızın teminatıdır.
