BRANDDAY

Tarafsız, yorum-haber ve analiz.

Büyükelçi Namık Tan: “Türkiye Afganistan konusunda karar alırken acele etmemeli”

15 dakika okuma süresi

Uluslararası ilişkiler açısından 2020’li yıllar yeni bir dünya düzeni kurulması yolunda ciddi gelişmelerin yaşandığı bir dönem oluyor. Pandemi ile başlayan bu dönüşüm sürecinde, ABD’nin Afganistan çekilmesi bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkıyor. ABD’nin “sonsuz savaşları bitirme” stratejisi kapsamında yeniden şekillenen uluslararası ilişkileri Türkiye’nin kıdemli büyükelçilerinden biri olan ve 2014 yılında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği görevinin ardından emekli olan Namık Tan ile konuştum.


ABD Afganistan’dan çekiliyor fakat bu çekilme kadar Türkiye kamuoyunda tartışılan bir diğer konu Türkiye’nin Afganistan’da üstlenmek istediği rol oldu. Türkiye kamuoyunda bir taraf Taliban’la ilişki kurmaya ve Afganistan’da Türk askeri varlığına karşı çıkarken, bir taraf ise Türkiye’nin Afganistan’da çıkarlarının olduğunu, Afganistan ile uzun yıllara dayanan ilişkilerin devam ettirilmesini savunuyor. Siz süreci nasıl okuyorsunuz? Türkiye nasıl adımlar atmalı?


“Bu ayrışmada taraflar kendilerini nasıl belli ediyorlar, bilmiyorum. Sen, büyük ihtimalle, gelişmeleri sosyal medyadan veya medyanın genelinden takip ediyorsun. Tarafları, buradaki gözlemlerine göre belirliyorsun. Ancak, ayrışmayı bir kenara koyarsak, Afganistan gibi tarihi geçmişimiz olan bir ülke ile ilişkilerimizi devam ettirmek elbette doğru olur. Fakat, bizim ilişkilerimizin çok derin olduğu ve yapıcı bir şekilde geliştiği dönemdeki Afganistan yönetimi ile bugün geldiğimiz noktadaki Afganistan yönetimi birbirinden çok farklı. Bugün, çok farklı bir Afganistan var karşımızda. Şimdi, biz bu değişikliği hiç dikkate almadan, sanki önümüzde eski Afganistan varmış gibi düşünemeyiz. Afganistan bizim bildiğimiz Afganistan’dan çok farklı. Bu birincisi… İkincisi, biliyorsun Afganistan’da biz çok uzun bir süredir belli bir misyonla, NATO çerçevesindeki bir görev kapsamında bulunuyoruz ve bizim oradaki görevimizin sınırları çok açık bir şekilde çizilmiş. Yetkimiz, hakkımız, hukukumuz hep NATO çerçevesinde belirlenmiş. Ayrıca, TBMM’den bir karar çıkmış ve o çerçevede biz bir birlik göndermişiz. Şimdi, bu şartlar ortadan kalkmış durumda. Dolayısıyla, benim açımdan soruna cevap şu oluyor; Türkiye’nin yapması gereken; biraz beklemek, gelişmeleri izlemek ve gelişmelerin seyrine göre bir hareket tarzı belirlemek.“


Yani şunu mu söylemek istiyorsunuz, bakalım AB ve ABD ne yapacak?


“Hayır, hayır, söylediklerim kimin ne yapacağıyla ilgili değil. Asıl önemli olan, ülkedeki şartların nasıl gelişeceği. Zira, benim görüşüme göre, bu süreç büyük ihtimalle bir iç savaşa evrilecek. Şöyle bir ülke düşün: insanlar yaklaşık 40 yıldır savaşıyor. Başka bir amaçları yok, beklentileri yok. Afganistan, ülkeye fiilen hakim olan Taliban ve başta Pakistan olmak üzere çevre ülkeler tarafından hep belli şekilde kullanılmış durumda. Bu ülkeler, Afganistan’a devlet olma çerçevesinde bir yardımda bulunmamış. Hep mevcut istikrarsızlığı körüklemeye dönük faaliyet göstermiş. Son olaylar çerçevesinde, NATO’nun iyi niyetli girişimlerinin dahi altının ne kadar boş ortaya çıktı. Nitekim, NATO’nun belkemiği olan ABD de işin içinden çekilince, Afganistan bir anda çöktü. ABD’nin ve bütün NATO üyelerinin hep birlikte yapamadıklarını, Türkiye’nin orada tek başına yapmasını beklemek ne kadar gerçekçi olacaktır? Bu nedenle, Türkiye’nin Afganistan’daki gelişmeleri takip etmesi ve gelişmelere göre adımlar atması daha akılcı olacaktır. Taliban, Afganistan’da yapay bir devlet kurgulamış durumda. Yani, onlar da gerçek anlamda temsil yeteneği olan bir yapıya sahip değil. Örnek vermek gerekirse, Taliban kültür kurulu üyesi sıfatıyla bir adamcağız çıkıyor, mükemmel bir İngilizce ile soruları cevaplıyor ve kendisine “bu ingilizceyi nerede öğrendiniz?” diye sorulduğunda “bu benim için özel bir bilgi, bunu paylaşmak istemiyorum” diyor. Aslında, lisanı nerede öğrendiği belli… Büyük ihtimalle bir Batı ülkesinde öğrenmiş. Ancak, bu kişinin, temsil ettiğini söylediği Taliban yönetimi içinde bir görüntüsü var ama karşılığı veya ağırlığı yok. Ayrıca, oraya Amerikalılar aracılığıyla Katar’dan gönderilen bir eski mahkum ülkenin yapılanmasında rol alacak liderlerden birisi olarak seçilmiş. Bunun da ülke yönetimi bakımından anlamlı bir karşılığı yok. Zira, zamanında ABD tarafından tutuklanmış, ABD tarafından salıverilmiş, sonra da Katar’dan ABD uçağıyla Afganistan’a gönderilmiş. Kimi ve neyi temsil ettiği belli değil. Diğer taraftan, ülkede Peştun ağırlıklı ama çok parçalı bir nüfus var. Bunların son kırk yıl zarfında doğru dürüst bir devlet tecrübesi olmamış. Sadece savaşmışlar. Kısacası, Orta Çağ kafasıyla ayakta durmaya çalışan böyle bir rejimi hiç kimse kolaylıkla devlet olarak kurumsallaştıramaz. Bu aşamada, Türkiye’nin de yapacağı fazla bir şey yoktur. Şöyle bir örnek vereyim; BM’de yapılan bir çalışma, çok açık ve net bir şekilde ortaya koymuş ki, Suriye’de savaş bugün sona erse, bundan sonra savaş öncesi fert başına düşen GSYH rakamına ulaşmak için 35 sene geçmesi gerekiyor. Bu ne demektir? Suriye meselesi, savaş bugün sona erse, 35 sene daha ciddi bir sorun olarak Türkiye’nin sırtında kalacak. Türkiye oradan kendi iradesiyle elini eteğini çekmezse tabii… Baktığımızda, Türkiye’nin hiç böyle bir niyetinin olmadığı görünüyor. Bu nedenle, akılcı bir plan yapmadan ve aceleyle meseleye müdahil olursak, aynı şekilde Afganistan’ı da önümüzdeki yıllarda sırtımıza yük ederiz. Bu aşamada, Türkiye’nin orada hiçbir işi yoktur. Ancak, bu demek değildir ki, Taliban’la konuşulmamalıdır. Herkesle konuşulabilir. Taliban’la da konuşulur. Yani, bana göre, bütün herkesle, Türkiye veya başka bir ülke konuşabilir ve hatta konuşmalıdır. Ancak, elbette bunun da usulleri vardır.”


Evet Namık Bey, bu görüşmeler demokratik ülkelerde nasıl olur? Bu görüşmelerin düzeyleri nasıl belirlenir?


“Genellikle bu tür görüşmeler, bu unsurlarla açık yapılmaz. Yani, görevlendirdiğiniz bir yetkili – dışişlerinden, istihbarattan, askerlerden, siyasetçilerden veya özel temsilci şeklinde olabilir – bu görüşmeleri kamuoyuna açıklamadan yürütebilir. ABD’nin ve bizim de aralarında yer aldığımız birçok ülkenin yaptığı gibi… Mesela, biz Taliban’la dolaylı görüşmeler yaptık ama bu basına sızdı. Yine, hatırlayacaksın, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk görüşmelerini bu şekilde yürüttük. Her türlü örgütle görüşülür, hele çıkarlarınız gerektiriyorsa terör örgütleriyle dahi görüşülür. Bunun, anlattığım gibi, usulleri vardır. Görüşüyoruz denmez ama görüşülür ve gereğini yapılır. Veya görüşme yapıldığı söylenmez, fakat temaslarımız oldu şeklinde bilgi verilir. Diğer taraftan, görüşülmesi bir başka konu, diplomatik olarak ülkenin tanınması farklı bir konu… Türkiye zaten Afganistan’ı devlet olarak tanıyor. Devlet olarak tanıdığı için, yeniden bir tanımaya ihtiyaç yok. Ancak, ülkedeki yönetimi tanımak ve diplomatik ilişki kurmak çok farklıdır. Afganistan’da hali hazırda bir büyükelçiliğimiz var. Yani, faaliyetlerini sürdüren bir diplomatik temsilciliğimiz var. Bu hususta yeni bir tasarrufta bulunmamız gerekmez. Yönetimi tanımak ise çok farklı bir konu. Bu siyasi bir karar gerektirir. Bence, bunun için acele edilmesine gerek yok. Şu aşamada acele edilmesine neden gerek yok? Çünkü birçok insan şöyle düşünüyor; özellikle muhafazakar çevreler diyorlar ki, “Taliban tanınmalı, bu örgüt yumuşamaya başladı, mesajları daha ılımlı, çok radikal olarak görünen bu örgütü daha iyi bir yola sevk etmek için bir an önce tanımak doğru olur”. Oysa, kanımca, Taliban’ı bu haliyle tanımak hususunda acele etmeye gerek yok. Zaten, bu haliyle temas etmektesiniz. Yarın veya öbür gün, orada bir iç savaş patlak verir ve neticede çok farklı bir yönetim şekillenirse ne yapacaksınız? Önümüzdeki dönemde bakarsınız Taliban’ı dışlayan bir yapı dahi ortaya çıkabilir. Bu sebeple, temkinli hareket etmek gerekir”


Bir benzetme olabilir mi diye örnek vermek için değinmek istiyorum. Türkiye Suriye’de Amerikalılarla eğit-donat yapmıştı önce ve Selefi gruplardı bunlarda. Daha sonradan bu bir anda Türkiye’nin üzerine kaldı. Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkelerinin finanse ettiği cihatçılar bir anda Türkiye’nin elinde kaldı ve Türkiye bir anda dünyada cihatçı örgütlerin hamisi konumuna düşmüştü. Böyle bir olayı bir daha yaşayabilir miyiz?

“Tabii ki yaşayabiliriz. Sürecin şu anda nasıl şekilleneceğini bilmiyoruz. Bakın ben son yazımda şunu söyledim; “Askerimizin oradan derhal çekilmesi lazım”. Şimdi diyorum ki, sivil uzmanların da gitmemesi lazım oraya… Tahmin ediyorum ki, sen gidip görmemişsindir Afganistan’ı… Ben gördüm. Ben, Afganistan’a üç kere gittim. Özellikle, operasyonlar sırasında gittim. Çok distopik bir yer. Oraları gidip görmemiş olan bunu anlayamaz. Uzaktan, sığ ideolojik bakış açısıyla orada olan biteni tahlil etmek ve yetersiz bilgiyle görüş serdetmek çok yanlış. Son 40 yıllık süreçte Afgan halkının herhangi sorumluluğu yok. Biliyorsun, ülke önce 10 yıl SSCB tarafından işgal edildi. O yıllarda, ABD ve bazı dış ülkelerce Mücahitler organize edildi. Ardından, Taliban kuruldu ve ülke bir müddet boşlukta kaldı. O sırada, El Kaide ve IŞİD gibi cihatçı örgütler de yerleşti ülkeye… El Kaide’nin 2001 yılındaki 11 Eylül saldırısı üzerine de, ABD ve NATO Afganistan’a girdi. Şimdi, bu güçler çıkıyor. Burada vurgulamaya çalıştığım husus; Afganistan’daki Taliban ve benzer örgütlerin ellerinden son 40 yıldır hiçbir zaman silah düşmedi. Halk nefes alacak imkan bulamadı. Bir takım çevreler diyorlar ki; “orada gayet aklı başında insanlar var”. Doğrudur, fakat bu insanlar Batı’nın, özellikle NATO’nun güvenlik şemsiye altında, yapay bir devlet oluşturmak üzere oraya yerleştirilen, yurt dışında ve çoğu da Batı ülkelerinde yetişmiş Afganlılar…. Ama ne oldu sonuçta? Bu suni yapının yıkılması çok fazla sürmedi… Çünkü, bu yönetimin halk nezdinde bir karşılığı yok. Amerikalılar da, oraya artık hiç gitmek istemiyorlardı. ABD, son zamanlarda oraya gönderecek asker bulamıyordu. Zira, bu askerlerin ne için savaştıkları belli değildi. Adeta, sonu olmayan bir savaşın içine girmiş gibi hissediyordu bu insanlar… Makul muhakeme yeteneği olan çevreler, bugün Afganistan’da, ne yazık ki, bilimden, sanattan uzak distopik bir ortamda ve uhrevi çizgide yaşayan insanlardan başkasını göremiyor. Bunların, kısa ve hatta orta vadede, kurallara bağlı toplu yaşam kültürüne kavuşturulması pek mümkün gözükmüyor. Bugün, bu insanların çoğunluğu ölmek için yaşıyorlar. Bir an önce öbür dünyaya gidip uhrevi hayatı yaşamak istiyorlar. Makul insanlar ise ölmemek için yaşıyor. Arada çok büyük bir fark var. Bu zihniyeti Türkiye’de birçok kimse kavrayamıyor. Yani, şuna benziyor; biliyorsun Avrupa’da milyonlarca vatandaşımız var. Avrupa’daki Türkler orada çok farklı bir hayat yaşıyorlar. Çalışarak ve bulundukları ülkenin kurallarına mutlak saygı göstererek, o ülkenin kendi imkanlarıyla yarattığı refah düzeninden paylarını alıyorlar. Hiç kimseyi rahatsız etmeden ve ölçülü davranarak yaşıyorlar. Ancak, Türkiye’ye gelince, buradaki yönetimin icraatlarını aynı anlayışla ve dengeli bir yaklaşımla değerlendirmiyorlar. Sevgide ve yergide ölçüyü tutturamıyorlar. Örneğin, Avrupa’daki özgürlük ortamının burada mevcut olmadığını dikkate almadan değerlendirme yapıyorlar. Türkiye’de her şeyin çok iyi olduğunu söylüyor, aksaklıkları kolayca görmezden geliyorlar. Niye? Çünkü, Türkiye’de yaşamıyorlar. Buradaki gerçekleri bilmiyorlar. Afganistan’daki tecrübeleri de bu açıdan değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum. Afganistan’daki gerçekleri bilmeyen kişiler, içi boş değerlendirmeler yapıyor. Kısacası, bizim biraz beklememiz lazım. Gelişmeleri izlememiz lazım.”


“Aslında ABD, Afganistan’da her şeyi 2015 yılında bitirmişti. O zamandan bu yana ABD, Afganistan’da durumu idare etmekten başka hiçbir şey yapmadı. Ben hatırlıyorum, bu müzakereler yapılırken ben ABD’de büyükelçiydim. O tarihlerde, Taliban’la Katar’da müzakereye başlamışlardı. Yani, Taliban’la temasları çok önceden başlamıştı. Taliban’la ilgili her gelişmeyi ilk elden biliyorlar. Hatta, Taliban’a yardımcı oluyorlar. Bugün Afganistan’da Taliban’dan daha radikal örgütler var. Örneğin, Horasan IŞİD’i var. Bu tamamıyla Pakistan’ın kurduğu bir terör örgütü. ABD’nin bu örgütü de Taliban vasıtasıyla kontrol etmeye çalışacağını düşünüyorum. Kanımca, ABD, silahlarını da bilinçli olarak Taliban’a bıraktı orada… Her ne kadar bir kısmını tahrip ettilerse de, Afganistan’da büyük ölçüde silah ve mühimmat bıraktılar. Buna karşılık da, Taliban’dan bazı sözler aldılar diye düşünüyorum ben…”


Peki bu sözler kime karşı? Çin’e karşı bir sıkıştırma olabilir mi cihatçılarla?


“Sanmıyorum, ABD orayı kimseye yar etmemek istemiyor. Orası bu şekilde istikrarsızlık içinde kalırsa, kimsenin ülkeye bulaşmak istemeyeceğini düşünüyor, herhalde? Öte yandan, örneğin, 11 Eylül benzeri bir hadisenin tekrarını yaşamak istemiyor. El Kaide veya IŞİD gibi yapılar tarafından kendi topraklarında akıl almadık bir saldırıya uğramaktan çekiniyor. Bunları Taliban’ı kullanarak kontrol etmek istiyor. Bu arada, ülkenin kimseye yar olmamasını istiyor. Ne Rusya’ya, ne Çin’e, ne İran’a, ne Türkiye’ye ve hatta ne Pakistan’a… Özellikle Pakistan orada radikal grupların en büyük destekçisi haline gelmiş durumda. Bizim bildiğimiz Pakistan son yıllarda çok tehlikeli bir dönüşüm içinde ve son derece radikalleşmiş bir konumda. Ben şöyle görüyorum; Biden “rules based” bir uluslararası düzen kuracağım, kurumları güçlendireceğim, transatlantik ilişkilerini kuvvetlendireceğim, ülkemi – sanayi, ticaret, ekonomi ve altyapı bakımından – kalkındıracağım ve ABD’yi dünyanın en büyük gücü olarak tutmaya devam edeceğim” yaklaşımı içinde göreve geldi. Bu çerçevede “Çin, Rusya ve hatta İran üçlüsünün dengelenmesine çalışacağım” diyor. Çin’in ekonomik ve teknolojik üstünlük kurmasına fırsat tanımayacağını söylüyor. Yani, Biden ekonomik alanda Çin’i dizginlemek istiyor. Şimdi, bu çerçevede söylediklerini yerine getirmek amacıyla göreve başladı. Afganistan hadisesine kadar işler iyi gitti. Ancak. Afganistan’da yaşanan fiyasko, bu sürece gerçekten ciddi bir darbe vurdu diye düşünüyorum. Bu arada, Biden’in sağlığı konusu da var. Orada da bir takım soru işaretleri bulunuyor. Bundan sonrasının nasıl gideceğini bilmiyoruz. Biden’ın, bu çerçevede bazı sorunlar yaşadığı, örneğin konuşmalarında tutarsızlıklar vs olduğu söyleniyor ve görülüyor da… Bunlar nereye evrilecek, bilmiyoruz.”


Başkan Yardımcısı ABD Başkanı olur mu?


“İşte o süreci şimdiden kestirmek mümkün değil. Zor bir süreç olur. Bugün Afganistan’da yaşananlar ne kadar iç politikaya yansıyacak? Trump’ın hala zinde duran altyapısı ne olacak? Yeni bir Trumpizm dalgası ihtimali ortaya çıkabilir. Zira, Trump’tan hesap sormaya muvaffak olamadılar. Bundan sonraki seçimde, Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi halinde, hele Trump’ın iktidara gelmesi durumunda. çok farklı bir dünyaya uyanabiliriz. Böyle bir dünyada da, sadece biz değil, herkes çok karanlık günler yaşar. Bunun endişesini taşıyorum. “

     
Fazla vaktinizi almadan ABD’nin Irak’tan çekilme takvimini sormak istiyorum. Biliyorsunuz 2021 sonunda ABD Irak’tan da çekileceğini açıkladı. Ne kadar muharip askerler çekilecek bunlar tartışılıyor hala ama Fransa Cumhurbaşkanı Macron Bağdat’a gitti. Ardından Erbil’i ziyaret etti. Erbil’i bir Fransa Cumhurbaşkanı ilk kez ziyaret etti. Sizce orada ABD’nin çekilmesinden sonra bir destabilizasyon yaşanabilir mi? Üç parçaya bölünmüş Irak’ta ABD’nin çekilmesiyle yeni çatışmalar ortaya çıkabilir mi? Siz ne düşünüyorsunuz?


“Çok güzel bir soru ama cevabı çok zor. Bence Türkiye orada yapıcı bir rol oynayabilirdi. Şimdi o rolünü birazcık kaybetti gibi gözüküyor, bu birincisi… İkincisi, oradaki yapılarla, yani “Kürt olgusu” ile Türkiye bir türlü barışamadı. Türkiye, sınırındaki Kürt varlığını bütünüyle PKK çizgisine yerleştirdiği vakit, oradaki manevra alanı da sonuç olarak daralır. Biz, Macron’un başlattığına benzer girişimlerde pek yer alamıyoruz, çünkü karşıdan bir isteklilik olmuyor. Bize kuşkuyla bakılıyor. Ne kadar meşru güvenlik kaygılarına dayanıyor olsa da, neticede terör operasyonlarını yabancı bir ülkenin sınırlarını aşarak icra etmek durumunda kalıyoruz. Bu çerçevede, o ülkenin topraklarında bize karşı örgütlenen grupları bombalıyoruz. Bu, bizim güvenliğimiz açısından çok önemli bir husus… Ancak, Irak açısından rahatsız edici bir durum. İşte, bütün bunlar bizim manevra imkanlarımızı daraltıyor. Irak’ta kesin çizgileriyle bu bölünme olacağını sanmıyorum. Iraklılar, ABD ülkemizden çıktığı zaman biz kendi aramızda dengeyi buluruz diyorlar ama ben bunun da kolay olmadığını düşünüyorum. Orada da istikrarsızlık yaşanabileceğini, yeni istikrarsızlıkların oluşabileceğini düşünüyorum. Bu istikrarsızlık aynı gruplar arasında değişik şekillerde yaşanacaktır diye düşünüyorum.”


Peki Macron Irak’ta ABD’nin boşluğunu doldurabilir mi?


“Macron biliyorsun Lübnan’a da gitti. Şimdi oralarda kendisine bir rol arayışı içerisinde… Macron, bunun bir şekilde, kendi ağırlığını Avrupa Birliği içinde de arttıracağını düşünüyor. Ben buna Macron’un nefesinin yeteceğini, gücünün yeteceğini zannetmiyorum.”


Anketlerde de Macron’un seçilme şansı her geçen gün azalıyor


“ Evet, Avrupa’da aşırı sağ güçleniyor. Şimdi başka bir perspektif çizelim. Dediğim gibi, Irak konusunda endişelerim var. ABD sonrası yeni çatışmaları olası görüyorum. ABD’nin orada zaten çok az askeri var. O askerleri bir süre tutacaktır diye düşünüyorum. Afganistan’dan çekildiği gibi yapmayacağını tahmin ediyorum. Neden, diye soracak olursan; çünkü Kürt unsurlar bakımından çok ciddi kaygı içindeler. Biliyorsun, Afganistan’dan çekilme Biden’a ciddi bir maliyette getirdi. Şimdi Biden, ikinci bir çekilme ile Kürtleri de bir kenara iterek, iç siyasette karşı karşıya bulunduğu baskıların daha atmasını istemez. En azından, biraz daha bekleyeceğini ve “zaten biz oradan büyük ölçüde çekildik, birkaç unsurumuz kaldı, onları da yakında çekeceğiz” diyerek, zaman kazanmaya çalışacağını düşünüyorum. Biliyorsun, ABD’nin Irak’ta muazzam bir büyükelçiliği var. Sanıyorum, bu ABD’nin dünyadaki en büyük büyükelçiliği. Bunu da olabildiğince küçülteceklerini ve sonunda askeri olarak Irak’tan da tamamen çıkacaklarını düşünüyorum.”


Peki Suriye’yi ABD’nin bu çekilme süreçlerinin dışında mı görmemiz gerekiyor?


“Suriye’de ABD yok gibi… Oradaki unsurlar daha ziyade istihbarat mensupları. Askeri varlığı çok az. Bir avuç unsur onlar. Kürtler açısından mevcut endişeler çerçevesinde, Irak’taki aynı gerekçelerle bu unsurları da bir müddet tutacaktır diye düşünüyorum.”    


Oradaki Kürt unsurlar Şam’la anlaşmış gibiler. Açıkçası ABD ve Rusya ile iyi bir denge yürüttüler orada…


“Kürtler, netice itibariyle kiminle anlaşmış olurlarsa olsunlar, ABD’nin oradan çekilmesini istemeyeceklerdir. Özellikle, YPG unsurları bunu hiç istemeyecektir. Burada tekraren vurgulamakta yarar gördüğüm husus şudur; Suriye’de veya Irak’ta ABD’nin Afganistan benzeri bir çekilmesi olursa, bu Biden’a ilave bir siyasi maliyet çıkarır. İşte o siyasi maliyetin ortaya çıkmaması için bir müddet daha orada kalacaklardır. Zaten, dediğim gibi ABD’nin büyük bir askeri varlığı yok, Suriye’de de…“

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir